ARDAHAN AKYAKA (GODUSHARA) KÖYÜNE HOŞ GELDİNİZ
  Ahıskalılar
 

Mamıkoğlu Vahan'in Başbuğluğu ve İber (Gürcistan) Bölgesi’nde 1. Vaktan Gurg-Aslan'ın Krallığı çağında 482 yılında Sasanlılar’la yapılan büyük bir savaşa sahne olan burası o zaman AKESGA ŞEHRİ diye tanınıyordu.
AHISKANIN TARİHİ GEÇMİŞİ

İslam Öncesi Devir ve Atabekler

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Ahıska Bölgesi, bugünkü Kars İli’nin Kür Irmağı Başlan Bölgesi, çağımızdan yüzlerce yıl önceleri Kafkaslar Kuzeyinden Kür-Aras-Çoruh ırmakları boylarına gelip yerleşen Saka (İskit) adlı göçebe Türklerin "Gogar" Boyu’nun yurdudur.

Bu yüzden küçük Arsaklılar sülalesinin "Kuzey-Başbuğları" sayılan "Gogorenli" Sor oymağından Şamşoldeli İlbeyleri Sülalesi "Gogalet Koca Oğlu Şor-Şamsoldin" adıyla anılıyor. 1177 yılında Kıpçak/Kuman Türkleri’nin kür boylarında ordu başbuğluğunu ellerine alışlarına kadar 1800 yıl boyunca "Şamşoldeli Orbeliler Hanedanı" "Sbarabed" (Sipeh-bed = Başbuğ) olarak, Kartlı-Kakhet ve İmaret/Açıkbaş Gürcüleri’ne de hükmetmiş. Adlı - sanlı Oğuz İlbeyleri olarak yaşadılar.

Sultan Alp Arslan, Arsaklılar'ın Baş Vezirleri soyundan Ortodoks Bağratlılar ile onları koruyan Bizanslılar’ın elinden 1068 güzünde bu bölgede bulunan Ardahan ve çevresini fethederek, Selçuklu ülkesine kattı. Haziran 1080'de Selçuklu Başbuğu ile Danişmendli Emir Ahmet, Son Bağratı – Bizans Müttefikleri Ordusu’nu Posof’un Kol Kalesi altında yapılan meydan savaşında yenince Çoruh Boyları Muş - Oğuz Türkmenlerin’in yerleşim yeri oldu. Fakat Kafkaslar Kuzeyinden gelen Ortodoks Kıpçak/Kuman Türkleri, mezhepdaşları Bağratlıları canlandırarak 40 bin atlı ve ondan daha çok yaya asker ile 1123'de Tiflis ve 1124'te Ardahan ile Çoruh Selçuklular’a bağlı İslam-Türk Beylikleri’nden aldılar ve uç bölgelerine ailelerini de getirip koruyucu savaşçılar olarak yerleştiler. Bu yüzden bugüne kadar Ahılkelek-Ahıska-Ardahan-Ardanuç-Oltu-Tortum-Şavşat-Artvin yerli halkının konuştuğu Türkçe, Kıpçak/Kuman ağzına dönmüş bulunuyor. Sarı saçlı, gök gözlü, uzun boylu ve insan güzeli olan Kıpçaklar, bugünde kumral tipinde olan halkı oluşturmaktadırlar.

İşte bu Ortodoks-Kıpçak/Türkleri’nin Posof’la Çataldere'nin birleştiği yerdeki Çak-su üzerinde bulunan ve eski merkez Çak Kalesi'nde ocaklı olarak yaşayan Kıpçaklı T. Sargis, İlhanlılar'ın ilk çağı 1267/8 yılında, Tebriz'de Abaka Handan "Gürcistan-Atabeki" unvanını alarak, Çoruh (Artvin) ve Yukarı Kür (Ardahan-Ahıska-Ahılkelek) Bölgesi’nin "İlbeği"si oldu. Böylece ATABEKLER sülalesini kurmuş oldu. Anadilleri; Kıpçak Türkçesi olduğundan, bugün Artvin ili ve Kars'ın Kür Boyu’ndaki 5 ilçesinin "Gogaren/Gogarlı ve Çin-Çavat" (Çin/Kaşgar ilinden gelme Çavaklar) diye anılan en eski halkı da, Kuman-Kıpçak ağzı ile konuşurlar.

Atabekler - Osmanlı Bağlantıları

Ahıska-Ardahan-Artvin kesimlerinin İlbeğleri olan Kıpçaklı-Atabekler (1268-1578), 310 yıl Ortodoks olarak buraları idare ettiler ve İlhanlı-Çelayirli-Karakoyunlu-Akkoyunlu gibi Müslüman Türk Hükümetlerine bağlı yaşayarak hep Gürcistan Bağdatlıları ve İmaret (Kutayıs) İber (Tiflis) Gürcüleri aleyhine çalıştılar.

Gürcülere düşman olan Kıpçaklı-Atabekler'den II. Beka (1364-1391) ile oğlu Akboğa (1391-1451) Beyler, Timur’a tabi oldular. Ahıska’yı başkent edinen Akboğa Bey'in "Akboğa Yasası" adıyla yaptığı kanun, gerçek bir Türk yasa ve tüzüğüdür. Çıldır’da ki "Sabadur" ( = Bodur Yurdu) köyünde adı bugün de yaşayan Atabek Badur (Bahadır) (1466-1475) Akkoyunlu Başbuğu Uzun Hasan'a tabi olarak, Tiflis (Kartil) ile Kutayıs (Açıkbaş) Gürcüleri ile savaşmıştır. Bu sırada Şeyh Safı evladından, İran toprağı Şahı Şah İsmail Ahıska Bölgesi’ni ele geçirdi. Şah İsmail Ahıska'yı yaylak edinerek bütün Gürcistan halkını kendine boyun eğdirdi. Yıldırım Beyazid Han zamanında, Osmanoğulları Vilayetini harap ederek Arpa-Çukuru denilen Sivas'a gelinceye kadar yedi eyaleti eline geçirdi. O sırada Birinci Selim (Yavuz) Trabzon Valisi idi. Selim Padişah olunca evvela (niyet ettim gazaya) diyerek Şah İsmail'in üzerine deniz gibi askerle yürüdü. Çıldır düzünde Şah İsmail'in yüz bin Acem askerini kılıçtan geçirerek bölgeye hakim oldu. Selim Han bu muharebeden sonra bütün Gürcistan'ı emrine itaat ettirmiştir.

Ardanuç'ta oturan Atabek-Mirza-Çabuk (1506-1516) Trabzon Sancakbeyi Şehzade Sultan Selim’e öncülük ederek, Osmanlı akıncılarını 1509'da Acara-Gürel yolundan Açıkbaş merkezi Kutayıs üzerine yönlendirerek oranın Osmanlılara bağlanmasını sağlamıştır. 1514 yılında yine Atabek Mırza-Çabuk Çaldıran Seferi’ne gidiş ve dönüşünde Osmanlı Ordusu’na sürülerle etlik koyun, yüzlerce yük yağ, bal ve un vererek azık yetiştirmiş, İmparatorluk ordularının geri hizmetlerini yürütmüştür. Çıldır-Ahılkelek-Ahıska-Ardahan-Ardanuç-Livana (Artvin-Yusufeli)-Tortum, Oltu kesimlerini içine alan "Atabek-Yurdu" nun hakimi Mırza-Çabuk'un ölümünden sonra yerine geçen kardeşi IV. Gorgora (15169, Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi (1517) sırasında Şah İsmail'in baskısıyla İranlılara tabi olmuş, Osmanlılara karşı İspir ve Bayburt bölgelerine akın etmiştir. Bu yüzden daha sonra KANUNİ, 1536-37'de onun elinden Narman, Oltu ve Livana bölgelerini aldırmış, oğlu II. Keyhusrev'i (1545-1573) Şah Tahmasb'a hizmet ettiği için cezalandırarak, 1548-1549'da Tortum, Kâmkhıs bölgelerini de fethettirip Erzurum'a bağlamıştır.

Van'dan Erzurum Beylerbeyliği’ne tayin edilen İskender Paşa (1551) bu eyaletteki sancakbeyleri ve çerileriyle Atabekler'in elinde kalan son Çoruh boyu topraklarına yürümüş ve kuşatmasının otuz üçüncü Cuma günü (13 Mayıs 1551) Ardanuç Kalesi’ni fethetti. Sonra buradan doğuya yürüyerek, Kür Boyunda Kinzo-Damal ile Ardahan Bölgeleri’ni de zabteyledi.

1551-52 yıllarında Gürcistan Beyleri. Acem Serdarı’na haraç veriyorlardı. 1551'in yazında Şah Tahmâsb Seki Ülkesi’ni alıp buraya düzen vermekte iken, Atabekli Gorgora oğlu II. Keyhusrev Şah Tahmasb'a bir kaç elçisini göndererek: Gürcü Vakhuş ile Şer-Mezan ve Kartil Kralı Luvarsab'ın, kendi ülkesinden bir takım yerleri aldıkları ve aynı zamanda İskender Paşa'nın Ardanuç Kalesi’ni kuşattığı için yardım talebinde bulundu. Keyhusrev, Şahın haraç veren tâbilerinden olduğu için, Şeki'de olan Şah Tahmâsb Keyhusrev'in yardımına geldi. Şah kendi ordusuyla beraber dağ yoluyla ilerleyip Malinkâp, Arkanı, Derzebâd ve buradaki çok süslü olan kiliseyi zapteyledi. Artık tutarı ve sığınıkları kalmayan Gürcü Beyleri’nden: Amvan Bey, Şer-Mezan oğlu Luvarsab ile Vakhuş gelerek Tahmasb'a itaatlerini arz eylediler. Bu sırada Gorgora oğlu Keygusrev de, pek çok armağanlarla Şahın huzuruna gelince, onun yurduna saldırmış olan Gürcü Vakhuş ile Şer-Mezan oğlu idam edilerek; onların yurdu Tümük Kalesi ile Akşehir (Ahılkelek) ve çevresi ona ihsan eyledi. Böylece, Atabekli II. Keyhusrev'e Osmanlılar eline geçen Ardanuç ve Ardahan Bölgeleri’ne karşılık Şah, eskiden de Atabekler'in olan Akşehir/Ahılklelek ve Tümük Bölgeleri’ni vererek, Atabekliler'in Adıgen, Ahıska ve Azgur Bölgeleri’ne eklemiş ve Safevilere bağlılıklarının devamını sağlamış oluyordu.

1552 yılının baharında 59 yaşında olan Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın on birinci seferinden sonra artık sefere çıkmayıp Macaristan üzerine yine bir vezirini göndermesi, İstanbul'dan casusları eksik olmayan Şah Tahmâsb'ın tecavüz cesaretini artırdığı anlaşılıyor. Çünkü Şah Tasmâsb Osmanlı Padişahı’na dostça bir mektup yazarak, Tanrı kullarının refahını sağlamak için çalışmakta olduğunu bildirdi ve Şems-i Felek-i Devvar diye tanınmış olan Velikhan'lı Mir (Seyyid) Şems ile gönderdi. Bu mektubunda Tahmâsb "müfsid ve fitneci bir kişi olan İskender Paşa'nın haddini aşan işlere giriştiğini" söylüyordu. Bunun üzerine Sultan Süleyman, Şah Tahmâsb'ın gönderdiği mektuba cevap göndererek, İskender Paşa'nın tahrikiyle tehditte bulunup, kendisinin Acem ülkesine geleceğini bildiriyordu.

İşte bu mektup üzerine, Tahmâsb bütün ordunun toplanmasını buyurdu. Az zamanda Kızılbaş bölükleri, Şah Ordusu’nun bulunduğu Gökçegöl'ün güneyindeki 3570 m. yüce ve yaylakları meşhur olan Akmangan Yaylağı’nda toplandılar. Şah Tahmâsb, Osmanlı Orduları’ndan önce harekete geçmek isteğindeydi.

959 (1552) yazında Şah Tahmâsb toplanan sayısız ordusunu: 1) Erciş ile Bargiri (Muradiye) üzerine; 2) Pasan'a 3) Irak'ı -Arabi yağmalamaya; 4) Dav-Eli/Atabek Yurdu kesimlerini vurmaya memur ederek dört kola ayrıldı. Atabek Yurdu’nu işgale Kaçarlu Bayram Bey, Seki hakimi Kaçarlu Tuykun Bey ve Gürcistan Valisi Atabek II. Keyhusrev tayin edilmişti. Bundan sonra her kol, Şah'ın buyruğuna göre kendilerine ayrılan bölgeler üzerine durmaksızın ilerledi.

28 Ağustos Salı günü Akmangan'dan kalkan Tahmâsb, Araş kıyısında konaklamış ve sonra Eleşgrit'e gelmişti. Eleşgrit'ten sonra Eylül ayında, Pasın ile Van gölü kuzeyinden dönen kollarla birlikte Ahlak Bölgesi’ne gelen Şah, 1553 Mart -17- dek Van Gölü çevresini yakıp yıkmak ve Erciş ile Bargiri Kalelerini kuşatıp almakla uğraştı.

Tahmâsb Ahlat'ta bulunduğu sırada, Atabek Yurdunu kurtarmaya varan akıncı kolundan; Kaçarlu Bayram Bey ile Atabek Keyhusrev'in birlikte yürüyerek iki-üç kaleyi aldıkları sırada, Erzurum'dan İskender Paşa'nın çokluk ordu ile gelip ansızın yetiştiği; Seki hakimi Kaçarlu Tuykun Bey ve yüzbaşı Bedir Bey'in de bulunduğu Kızılbaş Ordusu’yla yapılan savaşı, Osmanlılar’ın kazandığı ve üç yüze yakın ölü veren Kızılbaşlar ile Gürcülerin bozulup kaçtığı haberi geldi. Bunun üzerine Şah Tahmâsb, oğlu İsmail Mirza başbuğluğundaki orduyu Erzurum'a gönderdi. Bu sırada İskender Paşa ve ordusu Erzurum kalesinde idi. İsmail Mirza bundan haberdar olduğundan Erzurum'a vardıklarında ileri bir miktar asker gönderip, ana orduyu arkalarda gizledi. İskender Paşa düşmanın çokluğunu bilmeden, köyleri yakıp yıkarak gelen görünürdeki Kızılbaşlar üzerine Erzurum Kalesi'nden dışarı çıktı ve karşılaştığı düşmanıyla vuruştu. Onlar da geri, geri çekilerek, İskender Paşa'yı, pusudaki ordunun üzerine getirince, on binlerce Kızılbaş dört yandan hücuma geçti. Şehirden yarım fersah dışarı çıktığı söylenen Erzurum çerisinin 2,5 km. doğudaki tepelerin ardında İsmail Mirza ordusuyla cenge tutuştuğu anlaşılıyor. İki tarafın

sayıca nispetsizliği, Osmanlı kolunun bozulmasına ve Sancak Beyleri’nden bir çoğunun ölümüne sebep oldu. Böyle iken İskender Paşa, yaralanarak erlikte döğüşe, döğüşe kaleye çekildi. Bundan sonra Şah Tahmâsb'ın ordusu 1552 Eylül'ünde Ahlat Kalesi’ni, 1553. yılın dördüncü ayında Erciş Kalesi’ni teslim aldılar. Daha sonra 1553 17 Mart - 17 Nisan arasında Kızılbaşlar (Şah Tahmâsb'ın ordusu) toptan geri dönerek Nahçıvan şehrine vardılar. Şah Tahmâsb'ın böylece sekiz ay süren korkunç yıkımı ve yağmalaması sona erdi.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Kafkaslar Bölgesi’ne hakimiyet hakkında, Osmanlılar - Safeviler arasında yaşanan uzun mücadele döneminden sonra Osmanlılar ile İranlılar arasında ilk defa 29 Mayıs 1555 de Amasya Barış Antlaşması imzalandı. Bu Antlaşmadan Atabekler'in Çoruh boyundaki bütün ve Kür başlarındaki göle, Ardahan, Meşe - Ardahan kesimindeki eski yurtlarının Osmanlılarda, buranın Kuzey Doğusundaki Varaz-Oğluna kalan yerlerin de İranlılar’a bağlı kalması uygun görüldü. Bu yüzden küçük Ardahan (Göle) ile Büyük Ardahan (Ardahan ve Hanak) adıyla kür boyunda iki yeni Sancak kurduran Kanuni; Yeniçeri ve top yerleştirdiği Ardahan Kalesi’nin yeniden ve sağlam bir şekilde yapılmasını emretmiştir.

AHISKA

Türkçe 'Akısha', 'Ahıska' veya 'Ahısha'; Rusça 'Ahaltsıb'; Gürcüce 'Ahaltske' (Yeni Kale) olarak bilinir.
Gürcistan Cumhuriyeti içinde, başkent Tiflis'in 159 km. batısında, Posof Nehri kıyısında ve Tiflis-Batum yolu üzerinde kurulu bir şehir olan Ahıska'nın, deniz seviyesinden yüksekliği bin 100 metredir.
Kars'tan 115, Ardahan'dan 60 km. kuzeydoğuda ve Türkiye sınırına 12 km. uzaklıkta bulunan Ahıska'nın çevresindeki topraklarda çoğunlukla arpa, buğday ve mısır tarımı yapılır. Çevresi orman işletmeciliğine elverişli olan şehirde dericilik, gümüş işlemeciliği ve ahşap oymacılık sanatı gelişmiştir. Şehir, demiryolu istasyonu olan Borjomi'ye karayolu ve demiryoluyla bağlıdır. Kuruluşunda bir Gürcü kalesi olan Ahıska, Arap fetihleri sırasında, Hazreti Osman'ın hilafeti döneminde, Şam Valisi Muaviye'nin komutanlarından Habib bin Mesleme tarafından 624'te fethedilmiştir.

Sultan Alparslan tarafından 1068'de ele geçirilen Ahıska, 1267-1268 yıllarında Moğol hakimiyeti altında kaldı. Daha sonra bölgedeki yerel valiler, yarı bağımsız olarak 'Atabek' unvanıyla hüküm sürdüler. Ahıska, Ardahan ve Artvin kesimlerinin idarecisi olan atabekler, 1268-1578 tarihleri arasında bölgenin yönetimini ellerinde tuttular ve bu dönemde İlhanlı, Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerine bağlı kaldılar. Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran Seferi sırasında, dolaylı olarak yardımları görülen Ahıska Atabekleri, Lala Mustafa Paşanın, 1577'deki Çıldır Savaşı sonunda Osmanlı idaresine girdiler.

Bir ara Safeviler'in eline geçen şehir, 23 günlük kuşatma sonunda, 1635'te yeniden Osmanlıların eline geçti. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Edirne Anlaşması ile Ahıska'nın Rusya'ya terk edilmesi üzerine, halk arasında pek çok ağıt yakıldı. 1853-1856 Osmanlı Rus savaşlarında Osmanlı Ordusu'na yardım eden Ahıskalılar, savaş sonunda Rusya'nın baskısından kaçarak Erzurum'a sığındılar.

1918 Mondros Mütarekesi'ne göre Ahıska ve Ahılkelek sancakları, merkezi Kars olan yerli geçici hükümete (Milli Şura Teşkilatı) katıldılar. Milli Gürcistan Hükümeti, Haziran 1918'deki Trabzon Anlaşması'yla, bu iki sancağı resmen Türkiye'ye bıraktı. Fakat 13 Nisan 1919'da İngilizler’in Kars'ı işgali ve Milli Şura Teşkilatı'nın dağıtılması üzerine Ahıska, Gürcistan tarafından işgal edildi ve 16 Mart 1921 Moskova Anlaşması'yla, Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin Tiflis vilayetine bağlandı. Bugün aynı adı taşıyan bölgenin idari merkezi olan Ahıska, Batum, Ahılkelek ve Borjomi'ye kara ve demiryoluyla bağlıdır. 1940 yılında bulunan linyit madenleri, Ahıska'nın önemini giderek artırdı ve burada enerjiye dayalı endüstri tesisleri kuruldu.

Önemli bir stratejik konumda bulunan Ahıska'da, Evlıya Çelebi'ye göre, 17'inci yüzyılda taş bir kale, kale içinde bin yüz kadar toprak ev, pek çok cami, hamam, medrese ve han bulunmaktaydı. Bunlardan Ahmediye Camii, Medrese ve çeşmesi, bir külliye oluşturmaktaydı. 1828'de kale Rusların eline geçti. Şehrin 19'uncu yüzyıl sonunda 30 bin olan nüfusu, 1968'de 18 bindi.

Ahıska Türkleri, İkinci Dünya Savaşı'nda Almanlara yardım ettikleri gerekçesiyle, Stalin'in emriyle sürgün edildi. Diğer sürgünlerin aksine, Ahıska Türkleri, SSCB'nin en ücra köşelerine dağıtıldı. 1950'li yıllardan itibaren, diğer sürgün halkların yurduna dönmesine izin verilirken, Kırım ve Ahıska Türkleri bu haktan mahrum edildi

Ahıska Türkleri, Osmanlı zamanında yaklaşık 250 yıl Anadolu'nun doğusundaki Ahıska toprakları olarak anılan bölgede yaşamışlardır. Bu bölge 1829 Edirne Anlaşması ile Ruslara terk edilmiştir. Bunun üzerine soydaşlarımız Ruslar tarafından Orta Asya'nın çeşitli bölgelerine zorla sürülmüşlerdir. Uzun yıllardır vatan hasreti çeken Ahıska Türkleri, kendi topraklarına ya da anavatan olarak gördükleri Türkiye'ye yerleşmek istiyorlar.

Anadolu Türklüğünün ayrılmaz bir parçası olan Ahıska Türkleri'nin asıl vatanı bugünkü Gürcistan Cumhuriyeti'nin toprakları içinde kalan ve Türkiye ile komşu olan Ahıska, Ahılkelek, Aspinza, Adıgen ve Bogdanovka vilayetleridir. Günümüzde kendi yönetimi olmayan tek Türk topluluğu olarak Orta Asya'daki çeşitli ülkelerde varlığını sürdürmeye çalışan Ahıska Türkleri'nin tarihi oldukça eskiye dayanmaktadır.

Tarihte Ahıska Türkleri

 Dede Korkut Kitabı'nda "Ak-Sıka" (Ak-Kale), 481 yılında "Akesga" adıyla anılan Eski-Oğuzlar beldesi Ahıska, Gürcüce "Yeni Kale" anlamına gelen "Ahal-Tsihen"in Türkçe şeklidir. Ahıska, bugünkü Gürcistan sınırları içerisinde bulunan bir Osmanlı Toprağı olup, Türkiye sınırına 15 kilometre uzaklıktadır. Elde edilen bulgular, bölgenin, Milattan önce de önemli bir yerleşim bölgesi olduğunu gösteriyor. Evliya Çelebi, 17. yüzyılda Ahıska'ya gittiğinde bölgede taş bir kale, kale içinde bin tane ev, eski cami, pek çok han, hamam ve medrese bulunduğunu tespit etmiştir. Ama bu eserlerden hiçbiri, Kızıl Komünist yönetimin vahşi politikaları sebebiyle günümüze intikal etmemiştir.
Bölge, 642 yılında Hz. Osman döneminde Müslümanların yönetimine girdi. 1068'de Selçuklular, 1268'de Moğollar yönetime hâkim oldular. Kısa süren Moğol hâkimiyetinden sonra, kendi halkından olan Derebeyleri yönetimi ele aldılar. Yarı bağımsız olarak; İlhanlı, Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerine bağlı olarak kaldılar. Ahıska bölgesi, 1578 yılında Osmanlı Devleti'nin yönetimine geçti ve eyalet merkezi hâline getirildi.
1828 yılında Ahıska'nın 50 bin Türk nüfusu vardı. Bu tarihte Osmanlı'ya saldıran Ruslar önce Kars'ı ele geçirerek büyük bir katliam gerçekleştirdikten sonra Ahıska'ya yöneldiler. 5 Ağustos 1828 günü, yerli halkın koruduğu Ahılkelek Kalesi, toplarla düşürülerek kaybedildi. Destansı bir kurtuluş mücadelesi veren Ahıska Türkleri 28 Ağustos 1828'de kadın ve çocuk demeden büyük bir katliamdan geçirildikten sonra, Ahıska toprakları da Rusların eline geçmiş oldu. 1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Edirne Anlaşması'yla birlikte bu topraklar kesin olarak Ruslara terk edildi.

Soykırım Politikası

Rusya'nın Türkiye ve İran üzerinden düzenlediği Ermeni göçü Kafkasya'daki etnik dengeleri bozdu ve istikrarı yok etti. Birinci Dünya Savaşı Ahıska Türkleri açısından gerçekten çok zor bir dönemdir. Bölgedeki Türk varlığına son vermek isteyen Gürcü, Ermeni ve Rus milletleri, Ahıska'da binlerce Türk köylüsünü katletmişlerdir. Dünya kamuoyu ise Ahıska Türkleri'ne yapılan mezalim karşısında sessiz kalmıştır.
1930'lu yıllarda dini ve kültürel baskıların dışında, iktisadi ve siyasi baskılara da hedef olan Ahıska Türkleri'ni Rusların içinde eritme politikalarına yoğunluk kazandırıldı. Bu yıllarda çok sayıdaki Ahıska Türk'ü sınırı geçerek Türkiye'ye sığındı. Bu gelişme SSCB'yi rahatsız etti. 1937 yılından itibaren de Ahıskalılar SSCB tarafından "Rejim Düşmanı" ilan edildi. 1937'de doruğa ulaşan Stalin zulmüne Ahıska Türkleri de maruz kaldılar. Aydınların çoğu tutuklandı ve idam edildi. Bu yıllarda SSCB İçişleri Halk Komiserliği Özel Soruşturma Bölümü Başkanı B. Kabulov, Ahıska'ya atanmıştı. B. Kabulov o zaman ihtiyar ve hasta olan Ahıska'lı lider Ömer Faik'i hapse attırmış ve "Türkiye Casusu" olarak çeşitli işkencelere tabi tutturmuştur.
İkinci Dünya Savaşı Yılları

Stalin İkinci Dünya Savaşı'nda, 50 bin genç Ahıska Türkü'nü Alman Cephesine gönderdi. Soydaşlarımız, hiçbir askerî eğitim almadan, silâh tutmasını bile öğrenemeden kendilerini savaşın tam ortasında buldular. Otuz bin genç, cepheye gönderildiklerinin ilk günlerinde hayatlarını kaybettiler. Yirmi bin kişi sakat ve yaralı olarak hayatta kalabildi. Bunlardan on bini yurtlarına dönebildi. Günümüzde; Almanya'da, Ukrayna'da, Fransa ve İtalya'da bulunan birçok Ahıska Türkü, işte o vatana dönemeyen sakat-yaralı askerlerin torunlarıdır.

Tarihin her döneminde zulme uğramış ve vatanlarından uzak yaşamaya mahkum edilmiş tek Türk topluluğu, Ahıska Türkleri'dir. Kırım ve Kazan Türkleri, Çeçenler ve diğerleri... Hepsi kötü şartlarda da olsa eski vatanlarına döndüler. Bu hak yalnızca Ahıska Türkleri'ne verilmedi.

Soydaşlarımızın Vatan Hasreti

Ahıskalı kardeşlerimiz, Erzurum şivesi ile konuşurlar. Evlerinde tam bir Anadolu kültürü yaşanır. Türk örf ve âdetlerine, Müslümanlığa sıkı sıkıya bağlıdırlar. 1968 yılında, Sovyet yönetimi, Ahıska Türkleri'nin SSCB'nin herhangi bir bölgesine yerleşebileceklerine dair bir karar aldı. Ama "herhangi bir bölge" tarifi içinde, vatan olarak benimsedikleri Gürcistan toprakları yoktu. Ahıska Türkleri, bu dönemde Stalin zulmünden sığındıkları yerlerde hep vatan özlemi çekiyorlardı. Son 70 yılda 3 defa sürgüne uğrayan ve 1944 yılında kanlı diktatör Stalin tarafından sürgüne tabi tutulan Ahıska Türkleri bu dönemde binlerce şehit vermişlerdir.
Ahıska Türkleri bugün 13 Cumhuriyetin 264 değişik bölgelerinde yaşamaktadırlar. Rusya Federasyonu'nun 28 yerleşim biriminde 70 bin, Kazakistan'da 145 bin, Azerbaycan'da 106 bin, Kırgızistan'da 57 bin, Özbekistan'da 30 bin, Ukrayna'da 18 bin, Türkiye'de 200 bin, çeşitli ülkelerde 3 bin olmak üzere 629 bin Ahıska Türk'ü yaşamaktadır. Bunların sosyal, kültürel ve eğitimle ilgili pek çok problemleri mevcuttur.

Türk toplulukları içerisinde kendi yönetimi olmayan tek Türk topluluğu olan Ahıska Türkleri'nin kendi okulları ve yayın organları da yoktur. Yeni yeni kültür merkezleri, dernek veya cemiyet kurmaya başlamışlardır. Geniş bir alana sürüldükleri halde Türklüklerinden hiçbir şey kaybetmemişler, bugüne kadar Türk adını şan ve şerefle yaşatmışlardır.

Soydaşlarımız, 1991'den bu yana, kısmen iyi şartlarda yaşıyorlar. Fakat onların hedefi ata yurtları olan Ahıska'ya dönmek veya Türkiye'ye yerleşmek...


Ahıska Türkleri'nin Türkiye'ye Kabulüne Dair Kanun

Kanun Numarası: 3835
Kabul Tarihi: 2/7/1992

Eski Sovyetler Birliği'ni oluşturan cumhuriyetlerde dağınık halde yaşayan ve "Ahıska" Türkleri olarak adlandırılan soydaşlarımızdan Türkiye'ye gelmek isteyenler, en zor durumda bulunanlardan başlamak üzere, Bakanlar Kurulunca belirlenecek yıllık sayıyı aşmamak kaydıyla, serbest veya iskanlı göçmen olarak kabul olunabilirler. Bunların kabulleri ve iskanları, bu Kanun ile 2510 sayılı İskan Kanunu hükümlerine göre yapılır.Gayrimenkul verilerek yapılacak iskanda vali ve kaymakamlar temlikle yetkilidir. Temlik cetvelinde, ailenin bütün fertleri eşit hisselerde belirtilir ve tapuya da temlikteki gibi tescil edilir. ...İllerde kurulacak alt komisyonlar, üst komisyonun vereceği görevleri yapar.
Üst komisyonun görevleri şunlardır:
a) Türkiye'ye göçmen olarak gelecek Ahıska Türkleri'nin kabul şartlarını, geçici ve kati iskan yerlerini belirlemek,
b)
Yerleştirme ve iskan programlarını hazırlamak,
c) Göçmenleri üretici duruma getirmek için gerekli tedbirleri almak,
d) Ahıska Türkleri'nden Türkiye'ye gelmek isteyenleri tespit ve bulundukları yerler ile Türkiye'ye hareket edecekleri bölgelerden toplanmalarını temin etmek, hareket sırasında iaşe ve sağlık konularında yapılacak işlemleri planlamak, bulundukları yer ülke yetkilileri ile koordinasyonu sağlayacak ön heyet oluşturmak,
e) Ön heyetin yapacağı giderler ile göçmenlerin bulundukları yerlerden nakil, barındırma ve iskan masrafları için sağlanan ödeneğin miktarını belirlemek,
f) Başbakanlık ve Bakanlar Kurulunca verilecek diğer görevleri yapmak. Üst komisyonun kararları görevli Bakanın onayı ile kesinleşir.
- Göçmenlerin kendilerine ait zati ve ev eşyalarının tamamı ile mülkiyetinin kendilerine ait olduğu belgelenen her türlü eşya ve damızlık hayvan, bir defada Türkiye'ye getirilmek koşuluyla her türlü vergi, rüsum ve harçtan muaftır.- Gerek Türkiye'de iskan edilecek ve gerekse Türkiye dışında, eski Sovyetler hudutları dahilinde halen bulundukları yeni devletlerde kalacak "Ahıska" Türkleri'nden Bakanlar Kurulunca tespit edileceklere çifte vatandaşlık statüsü sağlanır.

PERSPEKTİF

Devlet ve Milli Savunma Üzerinde yaşadığımız dünyada, insanlar sosyal yaşamlarında belirli topluluklara aittirler. Bunların en temeli ailedir. Sonra, genelde çok daha zayıf olmak üzere, komşuluk, aşiret, hemşerilik, etnik köken gibi bağlar gelir. Bütün bu kimliklerin, özellikle siyasi yönden en önemli olanı milli kimliktir. Bir diğer deyişle insanın ait olduğu millettir. Çünkü dünya üzerindeki siyasi otoriteler (devletler) millet esasına göre birbirlerinden ayrılırlar. Almanya Alman Milleti'nin ülkesidir. Fransa Fransızlarındır. Türkiye ise Türk Milleti'nin yurdudur.

Dünya üzerindeki siyasi rekabet ve çatışmalar da yine millet esası üzerinde gelişir. Aynı durum siyasetin bir uzantısı sayılan savaş için de geçerlidir. Almanya, Alman Milleti'ni dünyaya hakim kılmak rüyasıyla II. Dünya Savaşı'nı başlatmıştır.
Dünyanın bu şekilde, yani ülkeler arası siyasi dengeler üzerine kurulu oluşu, her insanı da içinde yaşadığı ülkenin çıkarlarına göre düşünmeye mecbur kılar. Hiç kimse, "sadece ben, ailem ve işim önemlidir, gerisi önemli değil" diyemez, çünkü ailesinin ve kendisinin geleceği, içinde yaşadığı ülkenin geleceğine bağlıdır. Eğer düşman bir ülke, yaşadığı toprakları işgal ederse, kendisi, ailesi ve işi de bundan büyük zarar görecektir. O, içinde yaşadığı ülkenin bir ferdidir ve gerektiği durumda mutlaka ülkesinin gücü ve bağımsızlığı için varını yoğunu ortaya koyarak mücadele etmelidir.
Devletin önemi bu noktada açıkça ortaya çıkar. Çünkü bir ülkeyi ayakta tutacak olan kurum devlettir. Ülkenin milli güvenliğinden sorumlu olan yegane otoritedir. İşte bu nedenle, bir ülkede yaşayan her birey, devletinin güçlenmesine ve yücelmesine taraftar olmak zorundadır. Devleti zayıflatacak bir hareket içine giriyorsa, kendisinin, ailesinin ve sevdiği diğer herkesin aleyhinde hareket ediyor demektir.
Toplumsal Güvenliğin Önemi Güçlü bir devletin varlığı, sadece milli savunma için değil, aynı zamanda ülkenin kendi içindeki güvenlik ve huzurun tesisi için de zorunludur. Devletin zayıfladığı bir ortamda her türlü suç kolaylıkla işlenebilecektir. "Suç"u tanımlayacak ve engelleyecek bir otorite olmayacağı için toplumda karmaşa ortamı olacaktır.
Öncelikle devletin otoritesini yitirdiği ve bunun sonucunda emniyet teşkilatının ortadan kalktığı bir ortam düşünelim. Böyle bir ortam, suçluların her türlü suçu kolaylıkla işleyebilecekleri, dürüst vatandaşların ise her türlü tecavüzün hedefi haline gelecekleri korkunç bir toplum düzeni oluşturacaktır. Muhtemelen güvenlik için devlet yerine "özel sektör"e başvurulacak, yani mafyavari çeteler oluşacak ve vatandaşlar bunlara para ödeyerek güvenlik elde etmeye çalışacaklardır. Ancak bu mafyavari çetelerin başıbozuk ve suça eğilimli kişilerden oluşması kaçınılmazdır. Bir süre sonra bu kez bu örgütlenmeler vatandaşlara karşı tecavüzlerde bulunacaklar, bu çetelerin aralarında çatışmalar, iç hesaplaşmalar yaşanacaktır.
Polis teşkilatının ortadan kalkması kadar vahim bir başka gelişme ise, adli sistemin çökmesidir. Devletin otoritesini yitirmesi durumunda mahkemeler de ortadan kalkacak, savcılar ve hakimler çalışmayacaktır. Böyle bir durumda toplumdaki hiçbir hukuki anlaşmazlık çözülemez. Adaletle hükmedecek ve bu hükmü uygulatacak bir mekanizma olmadığı için, her türlü haksızlık, hakka tecavüz ve su istimal kolaylıkla uygulanır hale gelir
Sonuçta devlet otoritesinin zayıflamasının toplumsal güvenliği, düzeni ve huzuru tamamen yok edeceği açıktır. Böyle bir durumda ülke, içinde yaşanılmaz bir kaos ortamına girec

Bu yazının kaynağı

(www.bilimarastirmavakfi.org)

 
  Bugün 2 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!  
 
<" Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol